“Resimlerimin satmadığı gerçeğini değiştiremem ama insanlar zamanla resimlerimin üzerinde kullanılan boyadan çok daha değerli olduğunu anlayacaklar.”
20. yüzyılın en ünlü ressamlarından Hollandalı Vincent Van Gogh, henüz 37 yaşındayken yaşamını yitirdi. Yaşadığı dönemde eserlerinden beklediği ilgiyi göremeyen Vincent, ölümünden yıllar sonra paha biçilemeyen eserleriyle dünyanın en ünlü ressamlarından biri oldu. Peki, onu bu kadar meşhur yapan neydi? Resim sanatıyla pek ilgisi olmayanların bile ismini bildiği bu ressamı özel kılan ne? Van Gogh’u Van Gogh yapan özellikleri ve sanatının bilinmeyenlerini sizin için derledik.
Van Gogh’un Hayatı
Van Gogh, 30 Mart 1853’te Hollanda’nın Zundert kentinde doğdu. Ailesi tarafından küçük yaşlarda yatılı okula verilen Van Gogh, çocukluğunu“kasvetli, soğuk ve sıkıcı” şeklinde tanımlıyor. Belki bu yalnızlığın etkisiyle, belki de derslere kendini veremeyişi nedeniyle olacak ki 12 yaşında okulu bıraktı. 16 yaşlarında babasının tanıdıklarından yararlanarak sanat simsarı olarak çalışmaya başladı. Gönüllü öğretmenlik, misyonerlik ve din adamı olmak için verdiği tüm çabalar sonuçsuz kaldı, hiçbirinde arzuladığı başarıyı yakalayamadı.
Ailesiyle arası pek de iyi olmayan Van Gogh, babasının kendisini anlamadığını sık sık belirtti. Ancak ailesinde bir kişi onu yaşamı boyunca destekledi: Kardeşi Theo. Theo’nun desteğiyle 28 yaşına geldiğinde resim yapmaya başladı. 37 yaşında hayatının sona erdiği düşünüldüğünde, Van Gogh’u bu kadar ünlü yapacak tüm eserleri bu kısa sürede ortaya çıktı. 860 yağlı boya çalışması, çizim ve eskizlerinden oluşan toplam 2100 adet resim bu 9 seneye sığdırıldı. Özellikle yaşamının son 2 yılında resim çalışmaları artmıştı. Resme bu kadar geç başlamasının nedeni de küçüklüğünde yapmaya başladığı resimlerde tekniğinin iyi olmadığını düşünerek ilerlememesiydi. Ancak 28 yaşına geldiğinde kendini ifade etmenin en iyi yolunu resimde bulmuştu.
Van Gogh Resmini Özel Yapan Şey
Vincent Van Gogh, resim yapmaya başladıktan sonra büyük oranda kendisini eğitti. Resim konusunda eğitimler aldı, dönemin sanat ortamının en yoğun olduğu yer olan Paris’e giderek sanat camiasından birçok insanla dostluk kurdu. Bunlar arasında en öne çıkanı Gaugin’di. Paris’te keşfettiği empresyonist sanat akımı etkisinde kalarak başlangıçta karanlık bir atmosferde resmettiği tablolarında canlı renkler kullanmaya başladı. Yılların getirdiği resim yapma açlığını giderirken günde iki tabloya kadar tamamlıyor, zamanla onu özel kılacak tekniği geliştirmeye başlıyordu. Bir süre sonra renklerle gerçekten kafayı bozmuştu. Atölyesindeki renkleri ağzına attığı, yemeklerine bile kattığı söyleniyor.
Renklerle oynamayı seven Vincent, “Van Gogh sarısı” olarak da meşhur olacak renkler ortaya çıkardı. Van Gogh, kendisinden sonra birçok kişiye ilham olacak özgün bir teknik geliştirdi. Renkleri kullanırkenki özgürlüğünü resimlerdeki üslupla birleştirdi. Yıldızlı Gece, Ay Çiçekleri, Kırmızı Bağ gibi birçok meşhur eserinde daha önce hiç görülmemiş bir biçim deniyordu.
Japonya’ya hiç gitmemiş olmasına rağmen Japon sanatı ve gravürlerine büyük bir ilgi duyuyordu ve bunları resimlerinde başarıyla ortaya koydu. Döneminin sanatçılarında Doğu sanatına dair esinler bulmak neredeyse imkânsızken o ilk örnekti. Asimetrik perspektifi de kullanan Van Gogh, Japon sanatının hâkim köşeli çizgi tasvirlerinden ilham alıyordu.
Sürekli yeni renkler deniyor, bazen istediği formda elde edemese de canlı ve özgün renkler elde etme sevdasından uzak duramıyordu. Canlı renkleri resimlerine sıcaklık ve parlaklık katıyordu. Renkleri kullanımındaki bu görülmemiş başarı daha sonra Henri Matisse gibi birçok ressamı ve soyut izlenimcileri etkisi altına aldı.
Epilepsi ve psikolojik rahatsızlıklardan muzdarip sanatçı, hastalıklarına rağmen başarılı tablolar ortaya koymuş, belki de bu hastalıklarının vesilesiyle kimsede olmayan bir bakış açısı ortaya koymuştur. Akıl hastanesinin penceresinden bakarken yaptığı en ünlü resimlerinden Yıldızlı Gece’de kullandığı tonlar ve geçişler, onun gözünün gördüğü dünyaya bizleri davet ediyor.
Van Gogh’un Ünlü Olması Nasıl Gerçekleşti?
Peki yaşarken yalnızca bir tablosunu satabilen bu ressam, nasıl oldu da dünyaca ünlü bir sanatçı hâline geldi? Aslında bu hikâyenin arkasında kardeşi Theo’nun eşi Johanna Van Gogh var. Theo’nun da ölümünün ardından Johanna yaşamını Van Gogh’u insanlara tanıtmaya adadı. Vincent ve Theo arasındaki meşhur mektuplaşmaları 1914 yılında yayımlatan, Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’nin kurulmasına önayak olan Theo’nun eşi Johanna’dır. Kendisine miras kalan Van Gogh tablolarından sergiler açarak bu dâhi ressamı daha fazla insanın tanımasını sağlamıştı.
Ölümünden 11 yıl kadar sonra insanlar tarafından ilgi görmeye başlayan Van Gogh’un eserleri arasında en pahalıya satılanı, yaşamının son yıllarındaki terapistini resmettiği Dr. Gachet Portresi’ydi. Tablo için düzenlenen müzayedede eser, 82.5 milyon dolara satıldı.
Van Gogh’u bugün dünyaca ünlü ressamlardan biri hâline getiren renkleri kullanımındaki bu özgünlük ve üstün dehasıydı denilebilir. Yaşamında türlü zorluklar ve talihsizlikler yaşa da kıymetinin uzun yıllar sonra dahi biliniyor olması onu sevenleri bir nebze de olsa rahatlatıyor.