İnsanın Anlam Arayışı Üzerine

Dünyaca ünlü psikoterapistlerden Viktor Frankl, İnsanın Anlam Arayışı kitabını yazdığında eserin bu kadar çok ses getireceğini düşünmüyordu. Aslında Frankl, yaşadıklarından yola çıkarak geliştirdiği bir yöntemden bahsettiği bu meşhur eseriyle birçok insanın hayatına da ışık tuttu. Nazi toplama kamplarında geçen yılların ardından bu zor tecrübeyi ilk ağızdan okuyabildiğimiz İnsanın Anlam Arayışı neden önemli ve neden okunmalı? Viktor Frankl’ı ve unutulmaz otobiyografik çalışmasını yakından inceleyerek bu sorulara yanıt aramaya çalışalım.

Viktor Frankl Kimdir?

26 Mart 1905 yılında Viyana’da Yahudi bir ailede doğan Viktor Emil Frankl, varoluşçu psikoterapinin önemli isimleri arasında yer alır. 20. yüzyılın en önemli psikiyatristlerinden biri olan Viktor Frankl, henüz çok genç bir bilim insanıyken İkinci Dünya Savaşı’nda diğer Yahudiler gibi ailesiyle birlikte toplama kamplarına alınır. Toplama kampına alındığı 1943 yılından sadece 2 yıl önce evlenen Viktor Frankl, eşini bir daha göremeyecektir. Eşi başta olmak üzere, annesini, babasını ve birçok tanıdığı bu toplama kamplarında yaşamını yitirecektir. Frankl ise 3 yıl boyunca Auschwitz başta olmak üzere dört farklı toplama kampında hayatta kalma mücadelesini sürdürür.

İnsanın Anlam Arayışının Önemi

“Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıl’a dayanabilir.”

Nietzsche’ye ait bu söz, Viktor Frankl’ın anmayı çok sevdiği sözlerden. Frankl, yanında taşıdığı, üzerine bilimsel çalışmalarını not ettiği kâğıtların kampa geldiğinde ondan alınmasının ardından toplama kampında bulabildiği tüm kâğıt parçalarına bilimsel notlar almaya başlar. Daha sonradan derlenip İnsanın Anlam Arayışı kitabının oluşmasına kaynak olan bu notlar, Frankl’ın bu zor şartlarda yaşama tutunmasını sağlayan bir “amaca” dönüşür.

Birçok acıya göğüs gerilen bu toplama kampına ilk getirildiğinde içeri girmeden önce bir görevlinin esirleri sol ya da sağ yöne gidecek şekilde seçtiğini görür. Hangi yönün ne olduğunu, nereye gideceklerini ya da karşılarındaki adamın neye bakarak onları seçtiğini bilmeden tedirgin bir şekilde beklerler. Frankl, sol tarafa doğru seçilen arkadaşını daha sonra göremeyince, bir başkasına sol tarafa seçilenlerin nerede olduğunu sorar. Dumanları tüten bacayı işaret ederek sol tarafın ölülerin yakıldığı krematoryum, yani gaz odasına seçildiklerini açıklar arkadaşı Frankl’a.

Kitabında “Birkaç haftalık kamp yaşamından sonra acı çekenler, can çekişenler ve ölümler öylesine sıradan şeyler olur ki, bunlar, tanıklık eden bir tutukluyu artık etkilemez olur,” diyen Viktor Frankl, insanın her türlü acıya karşı bir süre sonra duyarsızlaştığını ekler.

Kampa giren herkese bir numara verilir. Bu numaralar artık insanın ismini, bir nevi benliğinin sahip olduğu her şeyin yerini alan bir sembole dönüşür. Zayıf, insanlıktan çıkmış aciz bir et yığınına dönüşen bedenler ve sadece bir numaradan ibaret olan insanlar için tahmin etmesi çok zor bir psikolojik savaş başlar. Kamptan önceki yaşamında kim olduğundan nasıl bir yaşama sahip olduğundan bağımsız, insanlık dışı bir yerde yaşamda kalma mücadelesi verirler. Bu kamplarda ne kadar hasta olunursa olsun bunu belli etmeden çalışmaya devam etmek zorundadırlar. Çünkü en ufak bir zayıflık gösterildiğinde gaz odasına gitme tehdidi altındadırlar.

Toplama kampında geçirdiği süre boyunca her an gaz odasına gönderilme her an ölümle burun buruna gelme tehdidiyle yaşamak, tüm zor şartlarda insanlık dışı muamelelerle birlikte olmak insan psikolojisi için hayal edilemez derecede zor. Bu süreçte insanı hayatta tutan en önemli şeyin yaşam amacı olduğunu keşfeden Viktor Frankl, kurtulma umudunu çoktan kaybetmiş kişilerin zayıflık ve hastalık gibi sebeplerle öldüğüne tanık olur. Rüyasında 30 Mart günü serbest kalacağını gören bir arkadaşından bahseden Viktor Frankl, bu kişinin neşe içinde o günü beklediğini, büyük bir umutla çıkmayı bekleyip 30 Mart geldiğinde hiçbir şeyin gerçekleşmeyişi sonucu umudunu yitirdiğini ve ertesi gün yaşamını yitirdiğini anlatır.

Yaşama tutunma umudunun yanı sıra, Viktor Frankl kampa gelen insanlar arasında geçmişteki güzel günlerin hayaliyle yaşayan insanlardaki vazgeçmişliğin de zararlı olduğunu belirtir. Kampta bir fırsat, bir meydan okuma olduğunu söyleyerek ekler:

Kişi, bu deneyimleri, yaşamı içsel bir zafere çeviren bir başarıya dönüştürebilir ya da tutukluların çoğunun yaptığı gibi, bunu görmezlikten gelip yaşamı bitkisel düzeyde sürdürebilir.”

Tıpkı kendisinin kamp deneyimlerinden bir fırsat yaratabilmesi gibi…

Sevgiye Tutunma ve Acılarla Baş Etme

Yaşamda anlamı keşfetmenin en önemli yolunun sevgiden geçtiğini belirten Viktor Frankl, “dünyada hiçbir şeyi kalmayan bir insanın, kısa bir an için de olsa, sevdiği insana ilişkin düşüncelerle ne kadar mutlu olabileceğini anladım,” der kitabında.  İnsanı, doğayı ve tüm canlıları sevmek; iyilik, doğruluk gibi ahlaki değerlere bağlılık insanın yaşamını anlamlı kılan ve insanı hayatta tutan unsurlardır ona göre.

Hayat kaçınılmaz acılarla doludur. Hepimiz hayatımızın belli dönemlerinde asla baş edemeyeceğimizi düşündüğümüz acılarla yüzleşmek zorunda kalırız. Tıpkı Buda’nın acıya karşı hissizleşmenin nihai mutluluğun bir unsuru olduğunu belirtmesi gibi Viktor Frankl da kaçınılmaz olan acıya karşı tavır geliştirmek gerektiğini savunur. Eğer acıya neden olan durumu değiştiremiyorsak, bu acı karşısında verdiğimiz tepkiyi biz belirleyebiliriz.

Anlamı Yaratmak

Bireyin yaşamındaki anlam bulma arayışını insandaki temel güdülendirici güç olarak savunan logoterapiyi kuran Frankl, 20. yüzyıl insanının en büyük sorununun anlamsızlık hissi olduğunu söyler. Bu anlamsızlık hissiyle başa çıkmak ve en acı deneyimlerde dahi bir anlam yaratabilmek yaşamı sürdürebilmenin önemli bir yoludur.

Kız kardeşi dışında tüm aile üyelerini toplama kamplarında yitiren Frankl, acılarıyla baş etmeyi öğrenerek onlara karşı psikoloji bilimine unutulmaz bir katkı sunan logoterapi yöntemini geliştirdi. Bu yöntemle kaçınamadığınız acılarla baş etme yöntemleri geliştirmenin en umutsuz anlarda bile umut yaratabildiğini keşfetti.

İçinden çıkamayacağınızı, bir daha hiç rahat nefes alamayacağınızı düşünüp pes etmeye en çok yaklaştığınız anlarda uzun bir süre toplama kampında insanlık dışı koşullar altında, sevdiklerinden haber alamadan ve her an ölüm korkusuyla yaşayan, o günleri atlatarak 92 yaşına kadar başarılı bir hayat sürmüş Viktor Frankl’ın yaşama inancını hatırlayın. Ve onun şu sözlerine kulak verin:

“Yaşanan bir an asla geri gelmeyecektir. Yaşamımızın her anını olabilecek en iyi şekilde değerlendirmemizi anımsatan da bu geçicilik değil mi? Elbette öyle; dolayısıyla benim vazgeçilmez ilkeme kaynaklık eden de bu: İkinci defa yaşıyormuşçasına ve ilk kez şimdi yapmak üzere olduğunuz gibi hatalı hareket etmişçesine yaşayın.”

POPÜLER YAZILAR